Мы используем файлы cookie.
Продолжая использовать сайт, вы даете свое согласие на работу с этими файлами.

Buzdolabı anne teorisi

Подписчиков: 0, рейтинг: 0

Buzdolabı anne teorisi, otizmin anne sıcaklığının eksikliğinden kaynaklandığına dair bir teoridir. Güncel araştırmalar, otizmin nedenleri arasında genetik faktörlerin yanı sıra çevresel faktörlerin de bulunduğundan şüphelenildiğini göstermektedir.

Buzdolabı anne ve buzdolabı ebeveynleri terimleri, otizm veya şizofreni teşhisi konan çocukların anneleri için 1950'lerde kullanılmaya başlandı. Leo Kanner 1943'te otizmi ilk kez belirlediğinde, otistik çocukların ebeveynleri arasında sıcaklık eksikliğine dikkat çekti. Ebeveynler, özellikle anneler, sık sık çocuklarının katı ritüelleri, konuşma güçlüğü ve kendi içine kapanmayı içeren tipik olmayan davranışlarından sorumlu tutuldu.

Teorinin kökenleri

Leo Kanner, otizmi ilk kez tanımlayan 1943 tarihli makalesinde, otistik çocukların babaları ve anneleri arasında sıcaklık eksikliği olarak gördüğü şeye dikkat çekti. 1949 tarihli bir makalesinde Kanner, otizmin "gerçek bir anne sıcaklığı eksikliği" ile ilişkili olabileceğini öne sürmüş, babaların nadiren çocuk oyununa düşkün olduklarını kaydetmiş ve çocukların "başından itibaren ebeveynlerinin soğukluğuna, takıntılarına ve sadece fiziksel ihtiyaçlarını mekanik bir şekilde karşılanmasına" maruz kaldığını gözlemledi. "Çözülmeyen buzdolaplarına özenle bırakıldılar. İçlerine kapanmaları, böyle bir durumdan kaçıp yalnızlık içinde rahatlık arama eylemi gibi görünüyor." 1960'taki bir röportajda Kanner, otistik çocukların ebeveynlerini açık bir şekilde "sadece çocuk üretecek kadar buzlarını çözmüş" şeklinde tanımladı. Bununla birlikte, Kanner'in orijinal makalesinde, yalnızca bir ebeveyn grubu "soğuk" olarak tanımlanıyordu ve metin yakından incelendiğinde birçok aile üyesinin bir nörolojik azınlığa ait olduğu çıkarılıyordu.

Chicago Üniversitesi'nden Bruno Bettelheim bu teorinin hem halk hem de tıp kurumları tarafından yaygın olarak kabul görmesinin kolaylaşmasında etkili oldu. Bettelheim, 1944 yılında "ebeveynektomi"den fayda göreceğini düşündüğü bu tür çocuklar için yatılı tedavi ortamı olarak Chicago Üniversitesi Sorunlu Çocuklar için Ortojenik Okul'un müdürü olarak işe alındı. Bu, otizmin bir ebeveynlik bozukluğu olarak görülmesinin zirvesiydi.

Bettelheim daha sonra otizm hakkındaki teorilerini 1967 tarihli "Empty Fortress: Infantile Autism and Birth of the Self" [Boş Kale: İnfantil Otizm ve Benliğin Doğuşu] adlı kitabında açıkladı. Kitapta otizmi bir toplama kampında tutsak olmakla karşılaştırdı:

Bir toplama kampındaki mahkûmların içinde bulundukları kötü durum ile çocuklarda otizme ve şizofreniye yol açan koşullar arasındaki fark, elbette, çocuğun önceden bir kişilik geliştirme şansının hiç olmamasıdır.

1950'lerde ve 1960'larda otizmin biyomedikal nedenleri daha açıklanmamışken otizmin semptomları bilim insanlarınca ilk defa belirlenmişti. Bettelheim ve bazı psikanalistler otizmin annelerin soğuk, mesafeli ve çocuğu istemeyen tavırlarından kaynaklandığını, böylece çocukların "düzgün bağ" kurmasının önüne geçildiğini savundu.

Teori, tıp camiası tarafından benimsendi ve 1960'ların ortalarına kadar büyük ölçüde tartışmasız bir şekilde kabul edildi ancak 21. yüzyıla gelindiğinde kabul edilirliği azaldı. 1960'larda yayınlanan birçok makale ve kitap otizmin anne şefkatinin eksikliğinden çıktığını savundu ancak 1964'te otistik bir oğlu olan psikolog Bernard Rimland otizmin nedenlerini yanlış tanımlayan algıya karşı bir kitap yayımladı. Infantile Autism: The Sydrome and it Implications for a Neural Theory of Behavior [İnfantil Otizm: Sendrom ve Nöral Davranış Teorisi için Etkileri] adlı kitabında buzdolabı anne hipotezine doğrudan saldırdı.

1969'da Kanner, günümüzde Amerika Otizm Derneği olarak tanınan kurumun ilk yıllık toplantısında buzdolabı anne sorununu ele aldı ve şunları söyledi:

İlk yayından sonuncuya kadar, bu durumdan kesin olmayan terimlerle "doğuştan" olarak bahsetmiştim. Ancak ebeveynlerin bazı özelliklerini kişiler olarak tanımladığım için, "hepsi ebeveynlerin hatasıdır" sözüm sık sık yanlış bir şekilde alıntılandı.

Leo Kanner'ın değişen görüşleri

In a Different Key: The Story of Autism (2016) kitabına göre, Leo Kanner'ın 1943 tarihli orijinal makalesi "çocuğun yalnızlığının" "hayatın en başından itibaren" açık olduğunu belirtiyordu. Dahası, otizm ve şizofreni arasındaki farkı da ortaya koydu. Otizm bir çocuğun kalıtımının bir parçasıyken şizofreni ilerleyen yaşlarda geliştirilir.

Bu ilk makaleye tıp literatüründe çok az atıfta bulunuldu. Anlattığı durum tek bir gazete ya da dergi makalesinde konuşulmadı. Buna ek olarak, dünyanın diğer bölgelerindeki doktorlar Kanner'in gözlemlerini doğrulamıyordu. Bu nedenle 1950'de neredeyse tüm otizm vakalarının tamamı Kanner tarafından teşhis edildi.

Kanner, çok saygı duyduğu New Yorklu psikiyatrist Louise Despert ile posta yoluyla uzun süre sohbet etti. Kanner teorilerini savunurken, Despert çocuk şizofrenisinden başka hiçbir şey gözlemlemediğini iddia etti. Kanner bir sonraki ders kitabını revize ettiğinde, otizmi şizofreni kategorisine soksa da bir alt başlık olarak korudu.

"Correcting the Record: Leo Kanner and Autism" ["Kayıtları Düzeltme: Leo Kanner ve Otizm"] başlıklı 2016 tarihli bir makalede Dr. James Harris ve Dr. Joseph Piven, Kanner'in ebeveynleri suçladığı bir ara dönemden geçmediğini iddia ediyor. Bunun yerine, Kanner, ilerleyen yıllarda daha geniş otizm fenotipinin bir parçası olarak görülebilecek ebeveynlerin özelliklerini tanımlıyordu. Örneğin, 1956 tarihli bir makalede Kanner ve bir ortak yazar şöyle yazmıştı: "Eğer biri başarılı bir şekilde otistik olarak tanımlanan ebeveynlerin kişiliklerini düşünürse, büyük olasılıkla ebevynlerde daha hafif semptomlar gözlemlenebilir ve ebeveynlerde gizli kalmış bu yapı çocuklarda tam olarak ortaya çıkabilir." Buna ek olarak, 1940'ların başı hâlâ öjeniğin saygı gördüğü bir dönemdi ve Amerika Birleşik Devletleri'nde zihinsel engelli kişilerin kısırlaştırılması yasaldı. Üstelik bu dönemde klinik ve bilimsel camiada erken yaşam deneyimlerine ağırlık veren psikanaliz baskın görüştü. Buna ek olarak, eğer otizm aslında olumsuz ebeveynlikten kaynaklanıyorsa, bu çocuğun ve/veya ailenin tedavisi için daha fazla umut sunuyordu.

1949'da Kanner otizm üzerine üçüncü büyük makalesini yayınladı. In a Different Key makalesine göre, anne soğukluğunu suçlamaya başladı. Önceden Donald Triplett'in annesi Mary hakkında söyleyecek olumlu şeyler söylerken, şimdi Mary'yi "soğuk" gösteren bir portre çiziyordu. Genel olarak ebeveynleri, çocuklarının otistik özelliklerinden en azından kısmen sorumlu olarak tasvir etti.

Ebeveynleri suçlamak ve özellikle anneleri suçlamak, toplumun daha geniş kesimlerinde yankılanıyor gibiydi. Örneğin, Kanner anneleri suçladıktan sonra Time dergisi otizm üstüne makale çıkarmak istedi. Kanner 1951 yılını otizmin daha geniş bir şekilde anlaşılması için bir dönüm noktası olarak gördü. On yıl içinde, çeşitli düşünürler ve klinisyenler tarafından yaklaşık elli iki makale ve bir kitap yayımlandı. Otizm önce Hollanda'da olmak üzere yurt dışında da teşhis edilmeye başlandı.

In a Different Key'in ciltli versiyonunda (2016), yazarlar John Donvan ve Caren Zucker "Kanner, otizmin doğuştan geldiğine dair ilk inancına bağlı kalmak yerine fikir değiştirdi" diyordu. Yazarlar ayrıca, "buzdolabı-anne efsanesinin uzun yıllar dünyaya yayıldığını" belirtiyorlardı.

Otizm spektrumunda çocuklu çiftler için düzenlenen 1969 tarihinde ABD'de düzenlenen bir kongrede yaptığı konuşmada Kanner, "Bu vesileyle, sizi ebeveyn olarak resmen aklıyorum" dedi. Bununla birlikte, Çocuk Psikiyatrisi kitabının 1979 baskısında, çocukluk şizofrenisinin (1970'lere kadar otizm yerine sıklıkla kullanılırdı), bir kişinin genetik altyapısından çok ebeveyn tutumları ile daha yakından ilişkili olduğunu belirtir.

Diğer önemli psikiyatristler

1950'lerden 70'lere kadar büyük eserlerini yazan Silvano Arieti için otistik düşünce ve paleolojik düşünce dediği terimler görünüşe göre aynı fenomendir. Paleolojik düşünce, hem günümüz şizofreni hastalarında hem de ilkel insanlarda gözlenen bir özelliktir, temelleri Aristotelesçi olmayan mantığa dayanan bir düşünce türüdür. Otistik bir çocuk kendisinden "sen" diye bahseder ve sıklıkla annesinden "ben" diye söz eder. "Sen" bir "sen" olarak kalır ve "Ben"e dönüştürülmez.

Margaret Mahler ve meslektaşları için otizm, anneyi yaşayan birincil nesne olarak deneyimleyemeyen çocukların savunmasıdır. Onlara göre otizm, farklılaştırma ve deanimasyon girişimidir. Simbiyotik otistik sendrom "Mahler sendromu" olarak adlandırılırdı. Çünkü Mahler bunu ilk olarak tanımlayan kişidir. Bu sendromda çocuk kendini anneden ayırt edemez.

Arieti, otistik bir eğilimin sosyalleşme sürecinde bir tür bozukluğun işareti olduğu ve otistik ifadeler ortaya çıktığında, çocuk ile ebeveynleri, özellikle de şizojen anne ile çocuk arasında bir tür sorun olduğunun varsayılması gerektiğini belirtti. Arieti, otistik ifadeler kullanan çocukların sosyal olarak bağ kuramayan çocuklar olduğunu gözlemledi.

Şizofreninin Yorumlanması kitabında (1955) Arieti, normal bir sosyalleşme süreci için ebeveyn-çocuk ilişkilerinin normal olması gerektiğini savunmuştur. Sevgi dolu veya kaygısız ebeveyn tutumları sosyalleşmeyi destekler. Arieti, yalnızca ebeveyn-çocuk ilişkilerinin ilk sosyal eylem ve sosyalleşmenin başlıca itici gücü olduğunu değil, aynı zamanda toplumu kabul etmek veya reddetmek için bir uyarıcı olduğunu iddia etti. Bu bakış açısına göre çocuğun benliği, ebeveynlerin çocuğa yönelik duygularının, düşüncelerinin ve tutumlarının bir yansımasıdır. Otistik çocuklar aşırı bir sosyalleşme bozukluğu gösterirler ve insanlarla herhangi bir ilişki kurmak istemezler. İnsanları bilinçlerinden "çıkarırlar". Arieti'ye göre ebeveynlerin korkusu diğer yetişkinlere kadar uzanır: insanlarla iletişimi kesme eğilimi.

Teorinin kalıcılığı

Peter Breggin'in 1991 tarihli Toksik Psikiyatri kitabına göre, otizmin psikojenik teorisi, bilimsel nedenlerle değil, ebeveyn kuruluşlarının politik baskısı nedeniyle terk edildi. Örneğin, bazı vaka raporları, derin kurumsal yoksunluğun yarı otistik semptomlarla sonuçlanabileceğini göstermiştir. Klinisyen Frances Tustin, hayatını teoriye adadı:

Otizmin çocukların psikojenik doğası kaynaklı nörolojik bir bozukluk olduğu unutulmamalıdır. Yani bebeklere karşı taciz edici ve travmatik tutumtan kaynaklanmaktadır. ... Amerikan toplumu, bebeklerini sevemeyecek ve onlara bakamayacak kadar meşgul olan ebeveynlerin zalimce tutumunun bir sonucu olarak travma geçiren ve beyni zarar gören milyonlarca çocuğa verilen zararın nedenleri olduklarını ısrarla reddediyor.

Çocuk istismarının sonuçlarının en tanınmış yazarlarından biri olan Alice Miller, otizmin psikojenik olduğunu ve çocuk istismarıyla ilgili gerçeklerden korkmanın, bildiği neredeyse tüm otistik terapi türlerinin ortak özelliği olduğunu ileri sürmüştür. Miller, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki birkaç otizm terapi merkezini ziyaret ettiğinde, çocuk hikâyelerinin "hem doktorlarda hem de annelerde benzer şekilde korku uyandırdığını" fark etti:

Gruba ne olduğunu gözlemleyerek bir gün geçirdim. Ayrıca çocukların yakın çekim videolarını inceledim. Gün geçtikçe daha açık ve net hale gelen şey, tüm bu çocukların geçmişte ciddi bir ıstırap çekmiş olmasıydı. Ancak buna asla değinilmedi. ... Terapistlerle ve annelerle yaptığım sohbetlerimde, çocukların hayat hikâyelerini araştırdım. Gerçekler önsezimi doğruladı. Ancak hiç kimse bu gerçekleri ciddiye almaya istekli değildi.

Arieti ve Tustin gibi Miller da, yalnızca empatik ebeveyn tutumlarının çocuğun kişiliğinin tamamen gelişmesini sağladığına inanıyordu.

1968 yılında aralarında Michael Rutter’ın bulunduğu bir grup bilim adamı, Bernard Rimland’dan da etkilenerek, nörobiyolojik çalışmalarla otistik spektrum bozukluğu olan çocuğa sahip ailelerin, çocuklarını diğer ailelerden farklı bir biçimde yetiştirmediklerini deneysel araştırmalarla ortaya koymuşlardır. Bu nedenle araştırmacılar, otistik spektrum bozukluğunun nörobiyolojik araştırmaların sonuçlarını kabul etmişlerdir. Daha sonra araştırma yapan bilim adamları ise ergenlik dönemindeki otistik spektrum bozukluğu olan çocukları incelediklerinde, otistik spektrum bozukluğunun anne-baba uygulamaları ile bağlantılı olduğuna ilişkin bir kanıt bulamadıklarını rapor etmişlerdir.

1977 yılında Susan Folstein ve Michael Rutter'ın, otizmin genetik temelleri olabileceğini göstermesi, bu alanda önemli bir dönüm noktası olmuştur. Otizmin genetik temeli olduğu saptansa ve çevresel etkenlerle kısmen ilişkileri görülse de, erken başlayan bir sinir sistemi bozukluğu olan otizmin nedeni tamamen açıklanamamaktadır.

Michael Rutter 1978 yılında da, dil bozuklukları, sosyal yetersizlikler ve stereotipik davranışlar olarak üç ayrı davranış boyutu daha ekleyerek otizm tanımının kapsamını genişleterek yenilenmesini sağlamıştır.

Amerika Birleşik Devletleri'nde yaygın bir şekilde reddedilen buzdolabı anne teorisi, 2000'li yıllarda (azalarak da olsa) hâlâ Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde bir miktar desteğe sahip ve büyük ölçüde Güney Kore'de otizmin nedeni olduğuna inanılıyor. University College Cork'tan akademik psikolog Tony Humphreys, İrlanda Psikoloji Derneği'nin kınamasına rağmen soğuk ebeveynlik teorisinin önde gelen İrlandalı savunucularından biridir.

Modern alternatifler

Modern fikir birliği, otizmin kalıtsallığının karmaşık olmasına ve iyi anlaşılmamasına rağmen, otizmin güçlü bir genetik temele sahip olduğu üzerinedir. Ayrıca, bebeklerin anne rahminde ve doğum sonrası pestisitlere, virüslere ve ev kimyasallarına maruz kalmasının da sendromu tetiklediği belirtilmiştir.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, ebeveyn sıcaklığının, övgüsünün ve ilişki kalitesinin otistik ergenlerde ve yetişkinlerde davranış sorunlarının azalmasıyla ilişkili olduğunu ve ebeveyn eleştirilerinin uyumsuz davranışlar ve semptomlarla ilişkili olduğunu gösterse de bu fikirler buzdolabı anne hipotezinden farklıdır.

Otizm spektrumundaki bebek ve yeni yürümeye başlayan otizm spektrumundaki çocuklar, bağlanma davranışları açısından diğer bebeklerden ve yeni yürümeye başlayan çocuklardan ortalama olarak farklı değildir. "Düzensiz bağlanma" sergileyen otistik bebeklerin alt kümesi için bu, ebeveynlerin davranışlarından çok zihinsel engelle daha kolay açıklanabilir.

Otizmin temel olarak genetik bir bozukluk olduğu gerçeği, Bettelheim'ın gözlemlerinin doğru ancak açıklamasının yanlış olduğunu gösteriyor. Otizmi olan çocukların ebeveynlerinden birinin veya her ikisinin otizme sahip olma olasılığı, tipik çocukların ebeveynlerine göre daha yüksektir. Otizmi olan kişilerde ortak olan ve bazıları tanı için gerekli olan kimi özellikler, bebeklerinin ihtiyaçlarını önceden gören sıcak bir ebeveyn olmakla tutarsızdır. Yine de çocuklardaki otizm, muhtemelen otizmli ebeveynler tarafından yetiştirilmenin etkisinden ziyade genetik yatkınlıktan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Bettelheim'ın görüşleri ancak kısmen doğru olabilir. Otizmli çocukların soğuk veya mesafeli görünen bir ebeveyne sahip olma olasılığı daha yüksektir, ancak bu, çocuğun otizminin nedeni değildir.

Buzdolabı anne teorisi, uzun yıllardır yapılan araştırmalarla geniş ölçüde çürütülmüştür. Ebeveynlerin davranışları veya ekonomik durumlarının otizmin nedeni olduğu reddedilmektedir.

Belgesel

2002'de Kartemquin Films, 1950'li ve 1960'lı yıllarda Amerikalı annelerle ve çocuklarının otizminden dolayı anneleri suçlayan tıbbi kurumların anlatıldığı bir belgesel olan Buzdolabı Anneleri'ni yayınladı. Prömiyeri 2002 yazında Amerika Birleşik Devletleri PBS tarafından yayınlandı. PBS web sitesi filmi şöyle tanımadı: "Bugün tamamen itibarını yitirmesine rağmen, 'buzdolabı anne' teşhisi binlerce otistik çocuğu sorgulanabilir tedavilere ve annelerinin kendilerinden şüphe ettiği ve suçluluk duygusu çektiği uzun bir kâbusa mahkûm etti. David E. Simpson, J.J. Hanley ve Gordon Quinn ve Kartemquin Eğitim Filmleri'nin yeni filmi Buzdolabı Anneleri'inde bu anneler hikâyelerini ilk defa anlattılar."

Konuyla ilgili eserler


Новое сообщение