Мы используем файлы cookie.
Продолжая использовать сайт, вы даете свое согласие на работу с этими файлами.

Sosyal anksiyete bozukluğu

Подписчиков: 0, рейтинг: 0
Sosyal anksiyete bozukluğu
Diğer adlar Sosyal fobi, Sosyal kaygı bozukluğu
Olağan başlangıcı Genellikle gençlik yıllarında
Uzmanlık Psikiyatri
Belirtiler Sosyal izolasyon, hipervijilans, aşağılık hissetme, düşük özgüven, sosyalleşmede güçlük hissetme
Risk faktörü Genetik faktörler, daha önceden var olan mental bozukluklar
Tedavi Psikoterapi, antidepresanlar, benzodiazepinler
Sıklık Yılda %7.1

Sosyal fobi veya sosyal anksiyete bozukluğu (SAB), sosyal ortamlarda başkaları tarafından olumsuz değerlendirilmekten yoğun şekilde kaygı duyma ve korkulan durumlardan kaçınma eğilimi ile tanımlanabilecek bir anksiyete bozukluğudur. Bu korkular, başkalarından algılanan veya gerçekten yapılan bir gözlemleme ile tetiklenebilir. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler, diğer insanların onlar hakkında olumsuz bir şekilde düşünmelerinden korkarlar.

Fiziksel semptomlar genellikle yanakların aşırı derecede kızarması, aşırı terleme, titreme, kalp çarpıntısı ve mide bulantısını içerir. Bazı hastalarda kekeleme de görülür. Yoğun kaygı ve korku hissetme durumunda panik ataklar ortaya çıkabilir. Bu durumdan etkilenen bazı kişiler, sosyal etkinliklerde hissedilen kaygı ve korkuyu azaltmak için alkol veya diğer ilaçları doktor bilgisi dışında kullanabilir. Sosyal fobisi olanların bu şekilde kendi kendini tedavi etmeye çalışmaları yaygındır, bu, alkol ve madde kullanım bozukluklarına yol açabilir.

Sosyal anksiyete bozukluğunun ilk basamak tedavisi bilişsel davranışçı terapidir (BDT). SSRI'lar gibi bazı antidepresan ilaçlar ve anksiyolitikler sosyal fobi için etkilidir.

Tarih

Utangaçlık hakkındaki edebi betimlemeler, yaklaşık M.Ö. 400'lerde Hipokrat zamanına kadar izlenebilir. Hipokrat, "utanç, şüphe ve korkaklık nedeniyle dışarı çıkmak istemeyen, hayatı karanlıkta yaşamayı seven ve ışıkla ya da aydınlık yerlerde oturmaya dayanamayan bir kişiyi" tanımlamıştır. Başını öne eğmiş, ne görmek ne de görülmek ister. Çünkü konuşma ya da davranışlarıyla hata yapacağından, utanç duyacağından veya rahatsızlanacağından korkar; herkesin onu izlediğini düşünür."

Psikiyatrik terim "sosyal fobi" (phobie des situations sociales) ilk kez 1900'lerin başında bahsedilmiştir. 1930'larda psikologlar, aşırı utangaç hastaları tanımlamak için "sosyal nevroz" terimini kullanmıştır. Joseph Wolpe'nin sistematik duyarsızlaştırma üzerine yoğun çalışmalarının ardından, fobiler ve tedavileri üzerine araştırmalar artmıştır. Sosyal fobinin diğer fobilerden ayrı bir varlık olduğu fikri, 1960'larda İngiliz psikiyatrist Isaac Marks'tan gelmiştir. Bu, Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından kabul edilmiş ve ilk kez Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nın üçüncü baskısında resmi olarak dahil edilmiştir. Fobi tanımı 1989'da revize edilmiş, kaçınan kişilik bozukluğu ile eşzamanlı olma durumu ve genelleştirilmiş sosyal fobi tanıtılmıştır. Sosyal fobi, 1985'ten önce büyük ölçüde göz ardı edilmiştir.

Psikiyatrist Michael Liebowitz ve klinik psikolog Richard Heimberg'in harekete geçme çağrısından sonra, bu bozukluğa yönelik ilgi ve araştırmalarda bir artış olmuştur. DSM-IV, sosyal fobiye alternatif bir isim olan "sosyal anksiyete bozukluğu"nu vermiştir. Günlük sosyal anksiyetenin psikolojisi ve sosyolojisi üzerine araştırmalar devam etmiştir. Sosyal anksiyete bozukluğu için bilişsel davranışçı modeller ve terapiler geliştirilmiştir. 1990'larda, paroxetine ABD'de sosyal anksiyete bozukluğunu tedavi etmek için onaylanan ilk reçeteli ilaç olmuştur, ardından diğerleri gelmiştir.

Belirtileri

Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması'nın (ICD-10) 10. versiyonu, sosyal kaygıyı mental ve davranışsal bir bozukluk olarak sınıflandırır.

Bilişsel yönleri

Sosyal anksiyete bozukluğunun bilişsel modellemesinde, sosyal fobisi olanlar, başkalarının gözünde nasıl görüneceklerinden korku duyarlar. Sosyal ortamlarda yaptıkları herşeye çok dikkat gösterirler, aktivitelerden sonra kendi davranışlarını tek tek tekrar analiz edebilir ve kendileri için çok yüksek performans standartlarına sahip olabilirler. Öz sunum sosyal psikoloji teorisine göre, sosyal fobisi olan bireyler başkalarına karşı iyi bir izlenim yaratmaya çalışır, fakat bunu başaramadığını düşünürler. Çoğu zaman, potansiyel olarak kaygı uyandıran sosyal durumlardan önce, nelerin yanlış gidebileceğini ve her beklenmedik durumla nasıl başa çıkılacaklarını analiz ederler. Genelde etrafındaki insanların umrunda bile olmayan fakat kendilerinin anormal olarak gördüğü davranışları istemsizce sergilemeleri nedeniyle gereksiz bir utanç duyarlar. Bu düşünceler gerçek dışıdır ve kişinin kendi kendine zarar vermesine sebep olur.

Buna örnek olarak, iş arkadaşlarının önünde sunum yapan bir kişi, arkadaşlarının onun hatalarını fark ettiğini ve onun hakkında gizlice negatif düşüncelere sahip oldukları hissine kapılabilir. Bunun sonunda ortaya çıkan fiziksel semptomlar durumu daha belirgin hale getirir, bu, kişinin daha fazla panik hissetmesine neden olabileceği gibi bir panik atakla da sonuçlanabilir.

Davranışsal yönleri

Sosyal anksiyete bozukluğu, kişinin başkaları tarafından olası bir incelemeye maruz kalabileceği ve kendini potansiyel olarak küçük düşürebileceği her türlü ortam ve durumdan korkmasına sebep olur. Aşırı sosyal izolasyona ve sosyal veya mesleki bozulmaya yol açtığı için normal "utangaçlığı" aşar. Korkulan faaliyetler; romantik ve cinsel ilişkiler, flörtleşme, partiler, yabancılarla konuşma, restoranlar, röportajlar gibi hemen hemen her tür sosyal etkileşimi içerebilir.

Sosyal fobisi olan biri belirli kendisinin potansiyel olarak küçük düşürücü ve utanç verici olarak gördüğü, ancak normalde hiçbir utanç verici yanı olmayan bir davranışı sergileyebilir, bunun sonucunda da aşağılanmış hissedebilir. Sonuç olarak, bu tür durumlardan kaçınmak için genellikle kendilerini toplumdan izole etmeyi seçerler.

Psikolog B. F. Skinner'a göre, fobiler kaçma ve kaçınma davranışlarıyla kontrol edilir. Örneğin, bir öğrenci sınıf önünde konuşurken sınıftan çıkabilir (kaçma) veya daha önce yaşadığı anksiyete atağı nedeniyle sözlü sunum yapmaktan kaçınabilir (kaçınma). Ana kaçınma davranışları, kendi imajını korumak ve başkalarının önünde yargılamaktan kaçınmak için patolojik veya kompulsif bir şekilde yalan söylemek gibi davranışları içerir. Küçük kaçınma davranışları ise bir kişi göz temasından kaçınma veya titremeyi belli etmemek için kollarını kavuşturma gibi davranışları içerir.

Fizyolojik yönleri

Sosyal anksiyete bozukluğunun fizyolojik semptomları, diğer kaygı bozukluklarının semptomlarına benzerdir. Savaş ya da kaç yanıtının aktifleşmesi sonucunda aşırı terleme, mide bulantısı, nefes almada zorluk, titreme ve kalp çarpıntısı görülür. Özellikle bir grup insanın yanından geçerken, yürüme bozukluğu (kişinin nasıl yürüdüğü konusunda dengesini kaybedebileceği kadar endişe duyması) ortaya çıkabilir. Yüz kızarması, sosyal fobisi olan kişilerde sıklıkla görülür. Bu görünür semptomlar, başkalarının yanında hissedilen anksiyeteyi daha da güçlendirir.

2006 yılında yapılan bir araştırmada, beynin limbik sistemin bir parçası olan amigdala olarak adlandırılan bölgesinin, sosyal fobisi olan bireylerde korkutucu durumlarla karşı karşıya kaldıklarında normalden fazla derecede aktivite gösterdiği (hiperaktivite) gözlemlenmiştir.

Sosyal yönleri

Sosyal anksiyetesi olan insanlar, çoğu insanın "normal" olarak kabul ettiği durumlardan kaçınır. Başkalarının bu durumlarla nasıl bu kadar kolay başa çıkabileceğini anlamakta zorlanabilirler. Sosyal kaygısı olan insanlar, sosyal durumların hepsinden veya çoğundan kaçınırır ve insanlardan saklanır, bu da ilişkilerine zarar verebilir. Sosyal fobi, bu durumlardan kaynaklanan mantıksız korku nedeniyle insanı sosyal durumlardan tamamen uzaklaştırabilir. Bu, düşük benlik saygısına, olumsuz düşüncelere, majör depresif bozukluğa, eleştiriye karşı duyarlılığa ve gelişmeyen zayıf sosyal becerilere yol açabilir.

Komorbidite

SAD, diğer psikiyatrik bozukluklarla kıyasla çok daha yüksek oranda komorbidite gösterir. Araştırmalar, sosyal fobisi olan insanların %66'sının bir veya daha fazla farklı bir mental bozukluğa sahip olduğunu göstermektedir. SAB, kişisel ilişkilerin eksikliği ve sosyal kaçınmayla ilgili uzun süreli izolasyon nedeniyle sıklıkla klinik depresyonla birlikte ortaya çıkar.

SAB dışındaki anksiyete bozuklukları, özellikle yaygın anksiyete bozukluğu, sosyal fobisi olanlarda sıklıkla görülür.Kaçıngan kişilik bozukluğu da benzer şekilde SAB ile %25 ve %89 arasında değişen komorbidite oranına sahiptir.

Kaygılarını azaltmak ve depresyonu hafifletmek için sosyal fobisi olan kişiler, madde kullanım bozukluklarına yol açabilecek alkol veya diğer maddeleri kullanabilirler. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireylerin beşte birinin alkol kullanım bozukluğundan muzdarip olduğu tahmin edilmektedir.

Nedenler

Sosyal anksiyete ve sosyal fobinin nedenleri üzerine yapılan araştırmalar, sinirbilim'den sosyoloji'ye kadar birçok perspektifi kapsayan geniş bir yelpazeye sahiptir. Bilim insanları henüz tam olarak nedenleri belirleyememiştir. Çalışmalar genetiğin çevresel faktörlerle birlikte rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Sosyal fobiye diğer ruhsal bozukluklar veya madde kullanımı neden olmaz.Sosyal anksiyete genellikle hayatın belirli bir noktasında başlar ve zamanla gelişir. Hafif sosyal beceriksizlik sosyal anksiyete veya fobi semptomlarına dönüşebilir. Ayrıca, pasif sosyal medya kullanımı bazı kişilerde sosyal anksiyeteye neden olabilir.

Genetik

Sosyal fobi ya da sosyal anksiyete bozukluğunun oluşmasında genetik faktörlerin önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. Eğer birinci derece bir akrabada sosyal fobi görülüyorsa, diğer aile üyelerinde bu bozukluğun görülme riski iki ila üç kat daha fazla olabilir. Bu durum, genetik faktörlerin yanı sıra, çocukların ebeveynlerinin sosyal korkularını ve kaçınma davranışlarını gözlemlemesi ve bu yolla öğrenmesi sonucu da meydana gelebilir.

Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan bir çalışma, genetik faktörlerin bu bozukluğun oluşumundaki etkisini daha da belirginleştirmiştir. Farklı ailelerde yetiştirilen tek yumurta ikizlerinden birinde sosyal anksiyete bozukluğu gelişirse, diğer ikizinde de bu bozukluğun görülme olasılığı ortalamadan yüzde 30 ila yüzde 50 daha fazla olabilir. Bu, sosyal anksiyete bozukluğunun belirli bir genetik bileşeni olduğunu göstermektedir.Bir dereceye kadar, bu "kalıtsallık" spesifik olmayabilir - örneğin, çalışmalar, bir ebeveynde herhangi bir anksiyete bozukluğu veya klinik depresyon varsa, çocuğun anksiyete bozukluğu veya sosyal fobi geliştirme olasılığının biraz daha yüksek olduğunu bulmuştur.Araştırmalar, sosyal anksiyete bozukluğu olan ebeveynlerin kendilerinin de daha sosyal olarak izole olma eğiliminde olduğunu ve evlat edinen ebeveynlerin utangaç olması durumunda, evlat edinilen çocukların da utangaç olma ihtimalinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Bu durum, çocukların ebeveynlerinin sosyal davranışlarını modellemesi ve bu davranışları öğrenmesi sonucu olabilir.

Aşırı korumacı ve aşırı eleştirel ebeveynlerle büyümek de sosyal anksiyete bozukluğu ile ilişkilendirilmiştir.Bebeklik döneminde anneleriyle güvensiz veya endişeli bir bağ kurmuş olan ergenlerin, ergenliğin ilerleyen dönemlerinde, sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarına yakalanma ihtimalleri diğerlerine göre iki kat daha yüksektir. İlgili bir araştırma dizisi, bebeklerde 'behavioural inhibition' - çekingen ve içe dönük veya korkulu bir doğanın erken belirtileri - araştırmıştır. Çalışmalar, bireylerin yaklaşık yüzde 10-15'inin, kısmen genetik kaynaklı gibi görünen bu erken mizacı gösterdiğini ortaya koymuştur. Bazıları bu özelliği ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde de göstermeye devam etmekte ve sosyal anksiyete bozukluğu geliştirme olasılıkları daha yüksek görünmektedir.

Sosyal deneyimler

Önceki negatif bir sosyal deneyim, kişinin sosyal fobi geliştirmesine neden olabilir. Bu özellikle, başkalarının düşüncelerine ve tepkilerine karşı hassas olan bireyler için geçerlidir. Sosyal anksiyete bozukluğu teşhisi konulan kişilerin yaklaşık yarısı, belirgin bir negatif veya utanç verici sosyal olayın, bu bozukluğun başlamasını veya kötüleşmesini tetiklediğini belirtir. Bu tür olaylar, belirli sosyal korkularla, örneğin topluluk önünde konuşma korkusuyla ilişkilidir. Doğrudan deneyimlerin yanı sıra, başkalarının sosyal açıdan olumsuz deneyimlerini gözlemlemek veya duymak (örneğin, birinin yaptığı bir gaf) veya sosyal sorunlar ve tehlikeler hakkında sözlü uyarılar da sosyal anksiyete bozukluğunun gelişmesini daha olası hale getirebilir. Ayrıca, bir kişi kendini topluluk içinde dışlanmış veya zorbalığa uğramış hissettiyse, bu da sosyal anksiyete bozukluğunun oluşmasına katkıda bulunabilir. Utangaç ergenler veya çekingen yetişkinler, bu türden zor durumları, özellikle akranlarıyla yaşadıkları hoş olmayan deneyimleri veya çocuklukları boyunca yaşadıkları zorbalık veya taciz durumlarını belirtmişlerdir.Bir araştırmada, popüler olmanın sosyal anksiyete ile ters orantılı olduğu ortaya çıkmıştır. Yani, bir birey ne kadar popülerse, sosyal anksiyete seviyesi o kadar düşük olma eğilimindedir. Ayrıca, akranları tarafından göz ardı edilen veya ihmal edilen çocukların, diğer çocuklara kıyasla daha yüksek sosyal anksiyete yaşadıkları ve başkalarının olumsuz değerlendirmelerinden daha fazla korktukları belirlenmiştir. Bu durum, sosyal fobiye sahip çocukların akranlarından genellikle olumlu yanıtlar almakta zorlandıklarını göstermektedir. Anksiyete veya çekingenlik, çocukların sosyal etkileşimlerden kaçınmasına ve kendilerini diğerlerinden izole etmesine neden olabilir. Bu izolasyon, zaten var olan sosyal anksiyeteyi daha da kötüleştirebilir.

Kültürel etkiler

Sosyal anksiyete bozukluğuyla ilişkili olan Kültürel faktörler arasında toplumun utangaçlık ve kaçınmaya karşı tutumu, ilişkiler kurma veya iş ya da eğitime erişim yeteneğini etkileme ve utanç yer alır. Bir araştırma, ebeveynlik yaklaşımlarının ve çocukların sosyal anksiyete bozukluğunu geliştirme olasılıklarının kültürden kültüre değişebileceğini ortaya koydu. Örneğin, Amerikalı çocukların, ebeveynleri başkalarının görüşlerine büyük önem atfeder ve disiplin yöntemi olarak utanç duygusunu kullanırsa, sosyal anksiyete bozukluğu geliştirme olasılıklarının arttığı gözlemlendi. Ancak, aynı durum Çinli ya da Çin asıllı Amerikalı çocuklar için geçerli bulunmadı.

Çin kültüründe yapılan bir diğer araştırma, toplumun utangaç ve çekingen çocuklara karşı tutumunun Batı ülkelerine kıyasla daha kabul edici olduğunu göstermiştir. Bu araştırmada, Çinli çocukların utangaçlık ve çekingenlik özellikleri, akranları tarafından daha fazla kabul görmekte ve bu çocukların liderlik rolleri için düşünülme ve yetenekli olarak değerlendirilme olasılıkları daha yüksek bulunmuştur.Sosyal becerilerin geliştirilmesi konusunda yaşanan zorluklar veya 'sosyal akıcılık', sosyal anksiyete bozukluğunun bazı sebepleri arasında yer alabilir. Bu durum, bireyin sosyal etkileşimlere girme yeteneğinde veya başkalarından olumlu geri dönüşler alarak kabul görme konusunda kendine güven duymama durumlarından kaynaklanabilir. Ancak, bu konuda yapılan araştırmaların sonuçları net değildir; bazı çalışmalar sosyal becerilerde belirgin sorunlar olduğunu bulurken, bazıları bu tür bir bulgu ile karşılaşmamıştır. Ancak, genellikle sosyal anksiyete yaşayan kişilerin, kendi sosyal becerilerini düşük olarak algıladıkları gözlemlenmiştir.

İlerleyen zamanlarda, kişilerarası ilişkiler kurma veya kariyer geliştirmede daha karmaşık sosyal becerilere duyulan ihtiyaç artmış ve girişkenlik ve rekabetçilik ön plana çıkmıştır. Bu durum, sosyal anksiyete sorunlarının, özellikle 'orta sınıf' içinde, daha yaygın hale gelmesine neden olabilir.

Medya ve kişilerarası ilişkilerde 'normal' ve 'çekici' olarak tanımlanan kişisel özelliklere odaklanmak, insanlarda mükemmeliyetçilik duygusunu ve başkaları tarafından olumsuz değerlendirilme konusunda güvensizlik hislerini artırabilir. Ayrıca, sosyal kabul ve statünün önemi, sosyal kaygı üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir.

Psikolojik Faktörler

Araştırmalar, 'temel' veya 'koşulsuz' negatif inançların (örneğin, "Ben beceriksizim") ve yüzeye daha yakın 'koşullu' inançların (örneğin, "Eğer kendimi gösterirsem, reddedilirim") sosyal anksiyete bozukluğunun gelişiminde önemli bir rol oynadığını belirtmiştir. Bu inançların, kişinin kişilik yapısı ve yaşadığı olumsuz deneyimler sonucunda geliştiği ve kişi tehdit altında hissettiğinde aktive olduğu düşünülmektedir. Son araştırmalar, koşullu inançların da (örneğin, "Eğer insanlar benim endişeli olduğumu görürlerse, beni zayıf olarak düşünürler") devreye girdiğini belirtmiştir.

İkincil bir faktör olan 'kendini gizleme' ise, bir kişinin anksiyetesini veya altında yatan inançlarını gizlemeyi içerir. Bu durum, kişinin sosyal performansını ve etkileşime odaklanma yeteneğini olumsuz etkileyebilir, bu da daha fazla sosyal problem yaratabilir ve negatif inançları güçlendirebilir. Ayrıca, kişinin kendi anksiyete belirtilerine ve bu belirtilerin başkalarına nasıl göründüğüne yoğun bir şekilde odaklandığı belirtilmiştir.

Buna benzer bir model, kişinin kendisi hakkında bozulmuş bir zihinsel temsilin gelişmesine ve negatif değerlendirme olasılığını ve sonuçlarını, başkalarının performans standartlarını abartmaya odaklanmaktadır. Bu tür bilişsel-davranışsal modeller, geçmişe dair olumsuz yanlı anıların ve bir olayın ardından düşünme süreçlerinin ve ondan önceki korkulu beklentinin rolünü dikkate alır.

Ayrıca, çalışmalar, ince kaçınma ve defansif faktörlerin rolünü vurgulamış ve korkulan negatif değerlendirmelerden kaçınma çabalarının veya "güvenlik davranışları" nın kullanılmasının, sosyal etkileşimi daha zorlaştırabileceği ve uzun vadede anksiyeteyi daha da kötüleştirebileceğini göstermiştir. Bu çalışmalar, sosyal anksiyete bozukluğu için Bilişsel Davranışçı Terapi'nin geliştirilmesinde etkili olmuştur, ki bu terapi yönteminin etkili olduğu gösterilmiştir.

Mekanizma

Sosyal anksiyete bozukluğunun nöral temellerini araştıran pek çok çalışma bulunmaktadır. Nöral mekanizmalar henüz tam olarak bulunamamış olsa da, sosyal anksiyete bozukluğunu bazı nörokimyasallardaki dengesizlik ve bazı beyin bölgelerindeki hiperaktivite ile ilişkilendiren kanıtlar vardır.

Nörotransmitterler

Nörotransmitterler, beyin hücrelerinin birbiriyle iletişim kurmasını sağlayan kimyasallardır. Bu kimyasalların belirli türleri, sosyal etkileşimlerimizi ve sosyal anksiyeteyi etkileyebilir.

Dopamin, bir nörotransmitter, sosyal etkileşimlerimizle yakından ilişkilidir. Araştırmalar, dopaminin beyindeki belirli bir bölge olan striatumdaki bağlanma yeteneğinin, bir kişinin sosyal durumuna bağlı olduğunu göstermiştir. Sosyal anksiyetesi olan kişilerde bu bağlanma yeteneği genellikle daha düşük bulunmuştur. Ancak bu sonuç her çalışmada aynı çıkmamıştır.

Serotonin adlı başka bir nörotransmitter, sosyal anksiyete bozukluğunda da rol oynayabilir. Araştırmalar, sosyal anksiyetesi olan kişilerin serotoninle daha az etkileşime girebileceğini öne sürmektedir. Serotonin düzeylerini artırmaya yardımcı olan bazı ilaçlar (SSRI'ler), sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisinde kullanılmaktadır ve bu da serotonin yolunun önemini göstermektedir. Bununla birlikte, SSRI'lerin beynin korku ve stresle ilişkilendirilen bir bölgesi olan Amigdaladaki aktiviteyi azalttığına inanılmaktadır.

Bunun yanında, sosyal anksiyete bozukluğunda aşırı aktif olabilecek norepinefrin ve glutamat gibi diğer nörotransmitterler üzerine çalışmalar da yapılmaktadır. Ayrıca, beyindeki bir bölgede, sosyal anksiyete bozukluğunda az aktif olabileceği düşünülen başka bir nörotransmitter olan GABA üzerinde de araştırmalar devam etmektedir.

Beyin bölgeleri

Amigdala, korku bilişi ve duygusal öğrenme ile ilgili olan limbik sistemin bir parçasıdır. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireylerin, örneğin sosyal tehdit ipuçlarına (örneğin, başka bir kişi tarafından algılanan olumsuz değerlendirme), kızgın veya düşmanca yüzlere ve bir konuşma yapmayı beklerken aşırı duyarlı bir amigdalaya sahip oldukları bulunmuştur.

Son araştırmalar, beynin başka bir bölgesi olan anterior singulat korteksinin, fiziksel acı deneyiminde rol oynadığı zaten bilinirken, 'sosyal acı' deneyiminde de rol oynadığını göstermiştir. Örneğin, grup dışlanmasını algılama bu duruma bir örnektir.

Son zamanlarda yapılan bir araştırma, özellikle prefrontal korteks, daha spesifik olarak dorsolateral kısmının, sosyal anksiyete bozukluğundaki bilişsel yanlılıkların sürdürülmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koymuştur.

2007 yılında yapılan bir meta-analiz, sosyal anksiyete hastalarının, genellikle korku ve negatif duygusal işlemleme ile ilişkilendirilen amigdala ve insula bölgelerinde aşırı aktiflik gösterdiğini bulmuştur.

Tanı

DSM-IV'e göre sosyal fobi tanı kriterleri:

A. Sosyal ortamlarda ya da performans gerektiren durumlarda veya tanımadık insanlar önünde çıkan belirgin ve inatçı korku. Kişi burada aşağılanmasına veya utanmasına neden olabilecek biçimde davranacağından ya da anksiyete belirtileri göstereceğinden korkar. Not: Çocuklarda, tanıdık kişilerle yaşına uygun toplumsal ilişkilere girebilme becerisi olmalı ve anksiyete yalnızca erişkinlerle olan ilişkilerde değil, akranları ile olan ilişkilerle de ortaya çıkmalıdır.

B. Korkulan toplumsal durumla karşılaşma hemen her zaman anksiyete doğurur. Bu duruma bağlı ya da durumsal olarak yatkınlık gösteren bir panik atak biçimini alabilir. Not: Çocuklarda anksiyete, ağlama, huysuzluk yapma, dona kalma veya tanıdık olmayan insanların olduğu toplumsal durumlardan uzak durma olarak dışa vurulabilir.

C. Kişi, korkusunun aşırı veya anlamsız olduğunu bilir. Not: Çocuklarda bu özellik olmayabilir.

D. Korkulan toplumsal veya performans durumlarında kaçınma, kaygılı beklenti ya da sıkıntının kişinin olağan günlük işlerini, mesleki işlevselliğini (ya da eğitim ile ilgili olan), toplumsal etkinliklerini veya ilişkilerini bozar veya fobi olacağına dair yoğun bir sıkıntı vardır. 18 yaşın altındaki kişilerde süresi en az altı aydır.

E. Korku veya kaçınma bir maddenin (örneğin kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi amaçlı kullanılabilen bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine veya genel tıbbi durumuna bağlı değildir ve başka bir mental hastalıkla daha iyi açıklanamaz (örneğin, agorafobi ile birlikte olan ya da olmayan panik bozukluğu, ayrılma anksiyetesi bozukluğu, vücut dismorfik bozukluğu, yaygın bir gelişimsel bozukluk ya da şizotipal kişilik bozukluğu)

F. Genel bir tıbbi durum veya başka bir mental bozukluk varsa A tanı ölçütünde sözü edilen korku bununla ilişkisizdir. Örneğin kekemelik, Parkinson hastalığındaki titreme, veya anoreksia nervosa ya da bulimia nervosadaki anormal yeme davranışına ait korku değildir.

Tedavi

Psikoterapi

Sosyal anksiyete bozukluğu için ilk basamak tedavi bilişsel davranışçı terapidir (BDT).

Sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisinde kabul ve kararlılık terapisinin (ACT) kullanımını destekleyen bazı araştırmalar vardır. ACT, geleneksel BDT'nin bir dalı olarak kabul edilir. SAB'nin semptomları ile savaşmak yerine hoş olmayan semptomları kabul etmeyi ve ayrıca psikolojik esnekliği (değişen durumsal taleplere uyum sağlama, bakış açısını değiştirme ve rekabet eden arzuları dengeleme becerisi) vurgular. ACT, BDT'nin etkisiz olduğu veya reddedildiği durumlarda bu bozukluk için ikinci basamak tedavi olarak faydalı olabilir.

Bazı araştırmalar, sosyal beceri eğitiminin (SST) sosyal kaygıya yardımcı olabileceğini öne sürmektedir. Sosyal anksiyete bozukluğu için SST sırasında odaklanılan sosyal beceri yeteneklerine konuşma başlatma, arkadaşlık kurma, kişinin cinsel olarak ilgi duyduğu cinsiyetten bireyler ile iletişim kurması ve bir konuşma oluşturma ve atılganlık becerileri örnek verilebilir.

Sosyal anksiyete bozukluğu, majör depresyon gibi diğer psikiyatrik bozuklukların gelişmesine neden olabildiği için erken tedavi çok önemlidir.

Farmakolojik tedavi

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar)

Bir antidepresan sınıfı olan seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar), sosyal fobi için ilk tercih edilen ilaç sınıfıdır. Bununla birlikte, SSRI tedavisi, SAB için ikinci basamak bir tedavidir. SSRI'lar, eski nesil antidepresanlara kıyasla daha iyi tolare edilirler ve daha az yan etkiye sebep olurlar.

Paroksetin (Paxil), sertralin (Lustral), essitalopram (Cipralex) ve fluvoksamin (Luvox) sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisi için onaylanmıştır. Tüm klinik çalışmalarda plaseboya eşdeğer olan fluoksetin (Prozac) dışında, tüm SSRI'lar sosyal kaygı için az çok etkilidir. Paroksetinin, diğer seçeneklere kıyasla davranışlarda kayda değer derecede değişime neden olduğu gibi sosyal fobisi olan bireylerde dışa dönüklüğü arttırdığı görülmüştür.

1995 yılında yapılan çift kör, plasebo kontrollü bir çalışmada, paroksetinin, plasebo alanların %23,9'una kıyasla, sosyal anksiyete bozukluğu olan hastaların %55'inde klinik olarak anlamlı bir iyileşme sağladığı görülmüştür. Ekim 2004'te yapılan bir araştırma, benzer sonuçlar bulmuştur, bununla birlikte, zaten terapi gören hastaların SSRI kullanımına başlamasının klinik olarak anlamlı bir iyileşmeye neden olmadığı bu araştırmada gözlemlenmiştir. Çift kör, plasebo kontrollü çalışmalarda, fluvoksamin, esitalopram ve sertralin gibi diğer SSRI'lar, anksiyete, reddedilme duyarlılığı ve düşmanlık dahil olmak üzere sosyal anksiyete semptomlarında azalmaya sebep olmuştur.

Benzodiazepinler

Benzodiazepinler, SSRI'lara bir alternatiftir. Benzodiazepinler, bağımlılık ve tolerans riski nedeniyle sadece kısa süreli tedavi için kullanılmalıdır. Benzodiazepinlerin sadece antidepresanlar gibi ilk tercih edilen ilaçlara yanıt vermeyen kişilerde kullanılması tavsiye edilmektedir. Bununla birlikte, şiddetli derecede semptom gösteren hastalarda kısa süreli rahatlama için kullanımları tavsiye edilmektedir. Benzodiazepinler, beyindeki ana inhibitör nörotransmiter olan GABA'nın etkisini artırır; etkileri genellikle dakikalar veya saatler içinde ortaya çıkmaya başlar. Çoğu hastada, benzodiazepinlerin sakinleştirici etkilerine karşı hızla tolerans hızlıca gelişir, ancak anksiyolitik etkilere karşı tolerans gelişmez.

Gabapentin gibi bazı antikonvülzan ilaçlar sosyal anksiyete bozukluğunda etkilidir ve potansiyel olarak benzodiazepinlere alternatif olabilir.

Diğer ilaçlar

Diğer yöntemler etkili değilse, başka ilaçlar da tedavide kullanılabilir. SSRI'lar piyasaya sürülmesinden önce, sosyal anksiyetenin tedavisinde fenelzin gibi monoamin oksidaz inhibitörleri (MAOI'ler) sıklıkla kullanılmaktaydı. Araştırmalar, MAOI'lerin sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisinde ve yönetiminde etkili olduğunu göstersede, bu ilaçların iyi tolare edilememeleri, doz aşımı durumunda ölümcül olabilmeleri, yeme düzeninde değişiklik gerektirmeleri ve ölümcül olabilecek ilaç etkileşimleri nedeni ile sadece son çare olarak kullanılırlar.

Venlafaksin (Efexor) gibi serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI'ler), SSRI'lara benzer derecede etkenliğe sahiptir.

Mirtazapin ve bupropion gibi atipik antidepresanlar, sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisi karışık sonuçlar vermiştir.

Ayrıca bakınız


Новое сообщение